20 Şubat 2016 Tarihinde, İki Eylül gazetesinde ve gazetenin web sayfasında "Sanat İçin Bar Açtım" manşeti ile yer alan röportajımızın, tüm fotoğrafları ile birlikte tam metnidir. Yapılan yazım hatalarına dahil olmak üzere özgün metne müdahale edilmemiştir. 

 

Eskişehir’in genç girişimcilerinden Kerem Ildaş, biraz farklı bir girişimci… Eskişehir’de daha önce denenmemiş formatta bir mekân açan Ildaş, “Türkiye’de kültür-sanat zerre kadar para kazandırmadığı için ve bir şekilde ayakta durabilmek için bar işletiyorum. Bizimki aslında bir sanat galerisi veya kültür merkezi. Burada kimse sarhoş olmaz. Kitap okuyanlardan çay parası almıyoruz. Bu ülkenin de, dünyanın da okumaya ve sanata ihtiyacı var” dedi

Eskişehir'de son dönemde eğlence ve hizmet sektöründe sürekli bir değişim yaşanıyor. Birçok mekân açılıp kapanıyor. Bununla birlikte kültür-sanat hayatı da hareketli kentlerden olan Eskişehir’de yakın zamanda çok farklı bir mekan açıldı. Museum Pub… Sergilerin açıldığı, kültür-sanat etkinliklerine yer veren bir bar. Bu farklı formattaki mekânın sahibi Kerem Ildaş da, bir yanda 18 yıllık Tekel Bayisi işletmeciliği, diğer yanda Sanat Tarihi mezunu olması ile Eskişehir’in son dönemdeki en farklı genç girişimcilerinden biri olarak göze çarpıyor. Ildaş ile bir araya geldik, tekel bayiciliğinden sanata, oradan da Museum Pub’a uzanan hikayesini konuştuk.. 

Aslen Eskişehirlisiniz ve Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi bölümüden mezunsunuz. Ama bunun öncesinde, baba mesleği olarak uzun süreli bir tekel bayisi işletmeciliğiniz var. Baba mesleğinden sanat tarihine yönelmeniz nasıl oldu?
18 yıllık bir dükkân. Babam orayı açtığında Yeni bağlar, müstakil evlerden ibaretti, yapılan ilk apartmanların birine altına açtık dükkânı. Babam fabrika işçisiydi, emekli oldu, esnaflığa geçti. Kendimi bildim bileli, plastik sanatlar dediğimiz, resme, heykele… vs ilgim vardı.  Biliyorsunuz, ne yazık ki Türkiye’de aileler çocuklarını iyi yönlendiremiyor. “Bizim çocuk normalden daha iyi resim yapıyor” diyerek resme veya sanata yönlendirilmiyor. Ortaokul veya lisede en ufak bir yönlendirme olmadı. O zamanlar Güzel Sanatlar Lisesi’nden bile haberim yoktu, bilmiyordum. Lise 2’nci sınıfta hatırlıyorum, biri “Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuyorum” dedi, bana çok tuhaf geldi. Resim yapmak en sevdiğim şey, ama öyle bir lisenin var olduğundan haberim yoktu. O zaman aklım başıma geldi. Üniversitede Güzel Sanatlar Fakültesini istedim. Liseden sonraki beş yılım yetenek sınavına girip çıkarak kaybetmekle geçti. 

Kesin kararlıydınız yani Güzel Sanatlar Fakültesi konusunda. 
Evet. İlk dört sene burada Anadolu Üniversitesi’ni denedim. 5’inci sene İstanbul’u da denedim, Marmara Üniversitesi’ni, kazandım da, ama hem büyükşehir olması açısından, hem de maddi açıdan bizim gözümüzü korkuttu. Cesaret edemedim. Gitseydim babamla geçiremeyeceğim yılları düşününce, şimdi “iyi ki de cesaret edememişim” diyorum. 2011’de Sanat Tarihi bölümünden mezun oldum. 

Böyle bir mekân açma fikri nasıl ortaya çıktı?
Bu fikir vardı hep. Barlar Sokağı başladığından bu yana böyle bir fikrim vardı. Eskiden 6.45 diye mekân vardı. Onun karşısına “7’ye çeyrek kala” diye mekân açayım diye konuşurdum. Bir çocukluk hayali gibiydi. O zamanlar bir mekân açsaydık, normal bar açacaktık. Şimdi Museum Pub daha olgun bir mekân oldu. Daha farklı bir mekân. Birden şartlar ortaya çıktı. Uzun bir analiz süreci oldu. 6 ay sürdü. Olur dedik ve açtık. 

Sergilerin açıldığı böyle bir bar formatı nasıl oluştu? Türkiye’de veya dünyada örnekleri var mı? 
Türkiye’de hiç görmedim. Avrupa’da da duymadım açıkçası. Barlarda açılan sergiler Eskişehir dahil, dünyanın her yerinde oluyor. Ama format olarak böyle bir yer belki de bir ilk. Yanılmıyorsam Van Gogh da ilk sergisini barda açmasıyla bilinir. Bizimki bir sanat galerisi veya kültür merkezi, içinde de bar bulunuyor, gibi oldu. Böyle başka bir yer var mı diye çok araştırmadım. Ama ne gördüm, ne duydum, “ben gördüm” diyen de çıkmadı açıkçası. Tek olabiliriz. Buranın adı “Museum PUB”. “PUB” daha büyük harflerle yazılıyor, ama benim asıl amacım kültür-sanat yönünü daha büyük harflerle sunmak. Burası kültür-sanat merkezi olsun, içinde de bar olsun. Türkiye’de kültür-sanat zerre kadar para kazandırmadığı için ve bir şekilde ayakta durabilmek için bar işletiyorum. 

Para kazanmak için bir işe giriyorsunuz, ama asıl sanatla uğraşmak istiyorsunuz. İkisini bir arada yürütebilmek için böyle bir mekânda bir araya getiriyorsunuz? Doğru mu?
 
Elbette, benim iki mesleğim var. 18 senedir bayi işletiyorum ve bu işi detaylı yaparım. Bir içki sattığımda, içmesem bile içinde ne olduğunu, alkol derecesini bilirim. 89 çeşit bira satıyoruz, hepsini bilirim. Tekel bayisi temelli olduğum için öyle bir geçmişim var. Sanat Tarihi mezunuyum, eşim de aynı bölümden mezun. Oradan da bir sanat eğitimimiz var. İki profesyonelliğimizi birleştirdik. 

Sanat Tarihi bölümü mezunu olarak sadece bu alanda bir yerde hiç çalıştınız mı? 
Hayır. Ben biraz özgür ruhlu bir insanım. Birinin altında çalışabileceğimi hiç zannetmiyorum. Rutinleri hiç sevmem. Sabah 9’da gideyim, akşam 5’te çıkayım, olmaz, duramam. O yüzden kendi işim olması gerek. Zaten tembel bir öğrenciydim, beni kim ne yapsın.
 
 
GELİP KİTAP OKUYANA ÇAYLAR BİZDEN
 
Bu mekânın içeriğini biraz açabilir misiniz? Sadece bir barda sergiler açılması değil amacınız, seminerler türü etkinlikler de düzenliyorsunuz? 
Bizi özetleyen dört kelime, “museum, pub, kültür, sanat”… Bu belki de hiç olmayacak bir hayali gerçekleştirmeye çalışma projesi. Burada para kazanmamız lazım, masrafları çıkarmamız, vergimizi ödememiz gerekli. Bir yandan da, kültüre yatırım...  Kültür dediğimiz de sadece resim değil, şiir de içinde, müzik de içinde… Kitap okuyanlardan çay için ücret almıyoruz. Gelip burada ders çalışabilirler, çay içebilirler. Çok samimi söylüyorum. Biri gelsin, otursun, sadece kitap okusun, çayını içebilir, adisyonu sıfır olacak. Gönül ister ki yemek de verelim, başka şeyler de sunalım, ama elimizden gelen bu. Bu ülkenin de, dünyanın da okumaya ihtiyacı var. Hani ormana ağaç diktiğinizde dünyaya bir faydanız oluyor ya, insanlara kitap okuttuğunuzda da dünyaya bir faydanız oluyor. Okusunlar… 

Burada başka etkinlikler de planlıyor musunuz?
Şu an bir tiyatro projemiz var. Şiir dinletileri olacak. Kitap imza günleri, tanıtımları gibi etkinlikler olacak. Kültür Sanat Merkezi’nde ne tür etkinlikler olursa o tür etkinlikler olacak. Vejetaryen mutfağına yönelik çalışmamız var. Yaptığımız menü çalışması var. Bar kısmını da, sergi kısmını da iyi bir şekilde yükseltmeye çalışıyoruz. 

Eskişehir, son dönemde hep “kültür-sanat” etkinlikleri ile ön plana çıkıyor ve “kültür-sanat kenti” olarak da çok anılıyor. Ancak sanat etkinliklerine arada sırada da olsa yer veren bar, restoran gibi mekanlar da çok fazla değil galiba. 
Bir Kıraathane var bu tarzda mekân, Kırım caddesinde hayal gibi harikulade bir mekân. Bir Adımlar Kitabevi, kafe ve sergi salonu açtı. Sanata direkt destek veren başka yok sanırım.  Hepi topu üç mekân işte. Ve aslında Eskişehir’in buna ihtiyacı var. Eskişehir sanata, kıyasla daha ilgili bir şehir. Eskişehir için gerekli bir şey. 
 
 
DELİ GİBİ SARHOŞ OLMANIN ZEVKİ NE, ANLAMIYORUM

Eskişehir’deki eğlence sektörü ve Barlar Sokağı hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Açıkçası içip içip sarhoş olup eğlenme tarzını ben sevmiyorum. Ama insanlar bundan zevk alıyorlar. Deli gibi sarhoş olmaktan bir insan ne zevk alıyor, anlamıyorum. Bizim burada hiç sarhoş olan olmamıştır. Para kazanalım diye insanları sarhoş etmeye de çalışmıyoruz. Müziğin sesini çok açmıyoruz. Akademisyen çevremiz de var, üniversiteden insanlar geliyor, sohbet ediyoruz, konuşuyoruz. Ama o “pis eğlence” dediğim, sarhoş olup dans edilmesi, akabinde kusulması… Öyle bir eğlence yok bence. Seveni de var, saygı duyarım. Bana pis geliyor. 

“İçki içmenin de bir adabı vardır” sözünü artık pek duymuyoruz galiba… 
Evet. İçki içmenin de bir kültürü vardır. 18 yıldır bayicilik yapıyorum. Ama itiraf edeyim. Ben bile Son 3-4 yıldır içkinin bir kültürü olduğunu anlamaya başladım. Bayiden bir örnek vereyim. İçki içenlerin en büyük hatalarından biri… İnsanlar alkol oranı ne kadar fazlaysa o kadar iyi içki olduğunu düşünüyor mesela. Çünkü adamın derdi içki içmek değil, sarhoş olmak. Normalde dünyanın her yerinde içki bir şeye mezedir. Ya sohbete mezedir, ya bir yemeğe, ya bir kutlamaya mezedir. Ama bizde içki “ana ye- mek”… Mesela içki içmek istiyor, arkadaşlarını çağırıyor. Ama tam tersi olmalı, orada odak noktasının arkadaşlar olması lazım. Türkiye’de tam tersi. Ben Fransa’da şarap şişesini alıp lak lak içen, sonra sarhoş olan insan duymadım. Bir tek Türkiye’de var. Her şeyin bir kültürü var. İçkinin de bir kültürü var. İnsanları hayvanlardan ayıran şey. Hani, insanları hayvanlardan ayıran şey düşünebilmesi derler ya… Bu bilimsel olarak yanlış, hayvanlar da düşünebilir. İletişim derseniz, hayvanlar da iletişim kurabiliyor. İnsanlarla hayvanların tek farkı kültür oluşturup devam ettirebilmesi, geliştirebilmesi. Biz bunu yapabiliyoruz, ama bir kedi, kültür oluşturamıyor. Ne kadar inanılmaz özellikleri de olsa, hep kedi. O yüzden kültür, insan olmanın en temel özelliği. Geleceğe yatırım yapmak istiyorsak kültüre yatırım yapmalıyız. 
 
 
BARLAR SOKAĞI’NDA GELECEK GÖRMÜYORUM

Bu mekânı Eskişehir’in en çok değerlenen ve en büyük cazibe merkezi olmaya başlayan Fabrikalar bölgesinde açtınız. Buranın geleceğini ve şu anki Barlar Sokağı’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz? 
Barlar Sokağı için, halkın içinde o kadar gürültülü bir eğlence sokağı bana göre komple yanlış bir şey. Başka yerde var mı böyle bir durum bilmiyorum. Üst tarafta insanlar uyumaya çalışıyor, alt tarafta gürültülü eğlence. İnsanlar da kaldı mı? Onu da bilmiyorum. Yanlış bir yerdi bana göre. Buraya çocuğunla gelebilirsin. Ama Barlar Sokağı’na çoluk çocuk gidersen… Çok kaliteli işletmeler de var ama, çoluk çocuk gidebileceğin bir yer bilmiyorum. Orada kafamdakiler için bir gelecek göremedim. 

Bu tür işletmeler Fabrikalar bölgesinde mi yoğunlaşacak acaba?
Bu tarafa gelebilir, başka yerlere gidebilir. Yeni cazibe merkezleri oluşturulur, ki Eskişehir’in genişlemesi de lazım. Merkezi çok sıkışık bir şehir. Yeni yerler verilebilir. Ama Barlar Sokağı’nın şu anki yeri bana göre hiç mantıklı değildi. Sebebini idrak edemiyorum. Orada bir şekilde başladı ve devam ettirildi. Neticede girdik bir yola, amacımız güzel, inancımız tam, sonumuz hayır olsun. 

PARASI OLMAYAN SANATÇI ÖZGÜR OLAMIYOR
 
Burada düzenlediğiniz seminer tarzı bir etkinlikte “Aslında bu işe para kazanmak için girdim. Sanatla ilgili yapmak istediklerim var ve bunun için zengin olmam gerek” diyorsunuz… 
O biraz mübalağa.  “Zengin olmak istiyorum” işin esprisi… Topluluğa hitap ederken espri iyidir. Ama ekonomik özgürlüğüm olsun istiyorum. Sanat ile zanaatı birbirinden ayıran şey sanatçının özgür olması. Benim paraya ihtiyacım olursa, sanat yapıp satmak istersem, örneğin bu ülkede ne daha popüler… Futbol mu? Futbol simgeleri koyacağım. Sevgililer Günü mü? Kalp figürü çalışacağım. Çünkü ben ekonomik olarak özgür değilim. Bundan para kazanmam gerekli. Ne kadar detaylı yapsam da, ne kadar özensem de, popüler kültüre hitap eden bir şey yapmam lazım. Paraya ihtiyacım olmazsa istediğimi yapabilirim. Parası olmayan sanatçı özgür olamıyor, çok da üretken olamıyor. İstanbul’da bir arkadaşım var. Para kazanabilmek için o kadar kapasitesinin altında işler yapıyor ki… Mecbur, para kazanması, evinin kirasını vermesi lazım. Ama o adamın ekonomik özgürlüğü olsa, biliyorum ki neler yapar. 
 
Söyleşi: Murat ATİKEL